03 Ağustos 2009

YERALTININ YARAMAZ ÇOCUKLARI: MAĞARACILAR

Eğer bir kaçış planınız yoksa şehir hayatı sizi boğabilir. Trafik, kalabalık cadde ve sokaklar, inanılmaz bir iş temposu sizi gerçek hayattan ve doğadan koparabilir. Artık yaşadığınız hayat bahaneniz olmaya başlamıştır, doğaya karışmak yerine tatil günlerinizde TV karşısında dinlenmeyi tercih ediyorsunuzdur. Tehlike çanları sizin için çalmaya başlamıştır… O halde bu yazıyı mutlaka okumalısınız.

Şimdi sizlere, bilinmeyeni keşfetmenin peşinde, zamanın durduğu yerde “mağaralarda” yaşayan bir gruptan ve yaptıkları spordan, Mağara Araştırma Derneği üyeleri ve mağaracılıktan bahsedeceğiz…

Zamanın bir yerinde, ülkenin çeşitli yörelerine dağılmış birbirlerine çok düşkün bir kabile varmış. Bu kabilenin evlatları, mağaraları da birbirlerini sevdikleri gibi çok severlermiş. Girip çıkarlarmış mağaralara, iplerde yaşarlar, çadırlarda uyurlarmış, kazanlarla yemek pişirir de tek lokma bırakmazlarmış. Genci de varmış aralarında, gençlere taş çıkaranları da. Kadınları, erkekleri, cılızları, güçlüleri, anneleri, babaları ve tabi ki çok sevdikleri boy boy çocukları.

Yollar varmış önlerinde, aşmaktan kaçınmadıkları; soğuklar varmış, birbirlerine sokulup karşı koydukları; sular varmış, mağaralar içerisinde batıp çıktıkları; mağaralar varmış, rüyalarından bir türlü çıkaramadıkları, küçücük çocuklarına masal diye anlattıkları…

Bu insanlar mevsimler boyu ararlarmış mağaraları; ilerlerlermiş mağaralar içerisinde, başlarında taşı ateş yapan aletler , yün içlikleri ve rengarenk kıyafetleri ile... Yeşili mi dersin, kırmızısı mı, yoksa turuncusu mu sarısı mı? En çok yaz mevsimini severmiş bu kabile, otağlarını kondurdukları yaylalarında uzun uzun vakit geçirebilmek, bilinmeyene yolculuk edebilmek, mağaraları keşfedebilmek için…

Milyonlarca yıldır, içlerinde insanlığın ortak geçmişini, sanatını, coşkusunu, korkusunu ve merakını yaşatan mağaralar onlara neler çağrıştırıyor? Mağaralarda neler hissediyorlar, yeraltında neler yapıyorlar? 43 yıldır evde pinekleyerek, alışveriş merkezlerinde sağa sola bakınarak gezinmek yerine neden dostça bir ortamda paylaşılan keşfetme duygusunun ve peşindeler?

Amphion lirini çalınca sese kapılıp Thebai'nin surlarında kendi kendine sıraya giren taşlar misali, `mağaracı' da büyülü sözcük `mağara'yı duyunca kendini o gizemli ortamda bulan kişidir aslında. 'Mağaracı', kendisini bu büyülü dünyaya bağlayan düşünceler kafasından geçerken, çoğu zaman bir nar tanesi yiyip de yeraltı dünyasına bağlanan Persephone gibi hisseder kendisini…

Mutluluk, heyecan, coşku, sabır, paylaşım, dostluk… Kısacası her şey vardır mağaracılık sporunda. Sessiz bir kamp alanını dolduruverir kahkahaları. İster yerin üstünde, isterse yüzlerce metre yerin altında. Her zaman sizi bekleyen hoş sürprizleri vardır. Mağaranın derinliklerinde, arkadaşları yanlarına gelmeden uykuya dalamayacak kadar bağlıdırlar birbirlerine. Uzaktaki dostlarını anmadan edemez, her daim birlikte yapacaklarının tatlı hayali içindedirler. İçlerindeki mağaraya gitme tutkusu sürekli yükseklere kanat çırpar ve kendilerini bir anda bu büyülü sözcüğün ritmiyle dans ederken bulurlar. Çetin kayalıklardaki soğuk mağaraların huzurunu değişemezler nice güzelliklere. İçlerindeki keşif aşkı dalga dalga kıyıya vurur ve tutkularına doğru kürek çekerken gelirler kendilerine. Hem dağlarda hem de şehirlerde, kısacası her iki hayatlarında zorlukları aşar, yaptıkları her şeyi tutkuya dönüştürürler zamanla…

Kamplarda baretlerini kafalarına geçirdiklerinde büyük bir mutlulukla kendilerini mağaranın giriş ağzına yürürken bulurlar. Neşeleri ve renkleri görülmeye değerdir. Hiçbir aritmetik coşkularını rakama vuramaz o an. Mağara ağzına ulaşana kadar hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yollarda her an çakacak olan yıldırımın enerjisiyle yollara düşerler. İster yerin üstünde, isterse yüzlerce metre yerin altında gökyüzü hep yıldızlarla doludur onlar için. O yıldızlar ki kimi zaman gerçekten yıldızlar, kimi zaman da kayalardan damlayan su tanecikleri olsa da…

Nerede rutubet görse ona sevgiyle yapışan böcekler misali kendilerini yanı başında bulurlar diğer mağaracı dostlarının. O mağaracı dostlar ki `temizlenmeyen bir çadır kaç etkinlik dayanır' testi yapacak kadar ilginç, nerede olursa olsun pişirdiği her yemeğe sevgisini de katmayı ihmal etmeyecek kadar içten, mağaradan çıktığınızda ellerinde sıcacık içecek ve yiyeceklerle sizi karşılayacak kadar düşünceli, kendinizi krank mili yağı gibi tükenmiş hissettiğiniz anda yanınızda bitiveren dost canlısı insanlardır.

Kısacası mağaracılığı birçok doğa sporundan farklı kılan tam anlamı ile bir ekip sporu olması, mağaracıyı farklı kılan da her daim bir arada olmaları ve dayanışmalarıdır.

Mağaracı iseniz ana felsefeniz 'paylaşım'dır. Ya da adını paylaşım koyduğunuz her şey olabilir. Mağarada yediğiniz bir ekmek parçası, birlikte kullandığınız bir ip ya da yeraltı sularını aşarken kendinizi üzerinizde bulduğunuz bir bot…

Belki güneşin doğuşunu beraber izlemek, belki de yıldızların güzelliğinin tadına varmak. Kim bilir, belki de o büyülü ortamın, `mağara'nın güzelliğini, tüm gizemini birlikte keşfetmek. O mutluluk bir anda hepsinin ortak coşkusu haline gelir. Ruhları haritalarını bilmedikleri ıssız adalar olmuştur artık. Odysseus'un lotos yiyip sılayı unutan adamlarına dönüverirler bir anda. Kuşların en hızlısı kara çaylak bile yetişemez eriştikleri huzurlarının hızına…

Eriyen karlarla beslenip taşan bir ırmak gibidir mutlulukları. Neden bu denli mutlu ve huzurlu olduklarının cevabı aslında çok basittir: ''Bilinmeyeni keşfetmenin peşindedirler ve keşfetmenin karşı konulmaz güzelliğini bir kere tatmışlardır artık...''

Mağarada perili bir evde dolanan çocuklar gibi hissederler kendilerini. Lethe'nin suyundan içmiş ve yeryüzündeki hayatınızı unutmuş olduklarını düşlerler. Keşfin mutluluğunu iğneye geçirmenin telaşındadırlar. O iğne ki hayat kumaşlarına mutluluğu işleyen anahtardan başka bir şey değildir aslında…

Ama her daim her şey bu denli toz pembe değildir hayatlarında. Sirkteki atış yerinde hiçbir zaman kazanamayacaklarını sandıkları bir armağan gibidir bazen zorlu bir mağaranın çıkışı. Mağaracıysanız eğer konserve tenekesinde yuvarlanan son bezelye tanesi gibi hissedebilirsiniz kendinizi mağarada. Eski bir kitabın sayfalarını çevirirken çıkan hışırtıya benzer bazen içerideki sesiniz. Dışarı çıktığınızda her yeriniz çamur içindedir. Islanmış, üşümüş, acıkmışsınızdır.En önemlisi ayakta duramayacak kadar yorgunsunuzdur. Ama yine de ilk fırsat bulduğunuz an o büyülü ortama, ‘mağara’ya dönmek istersiniz. Çünkü kabuğunu kıran her mağaracının içinden bilinmeyeni keşfetmenin heyecanını yaşayan birisi çıkar ve geldiği yere bir türlü geri dönmek istemez. Çünkü bir pusula iğnesi misali keşif mıknatısına bağlanmıştır artık…

Zamandan başka bir şey öldürmez, fotoğraftan başka bir şey çıkarmaz, ayak izinden başka bir şey bırakmazlar mağaralarda… Aslında o izler, keyifli yolculukları boyunca mağarada değil, zihinlerinin en güzel yerlerinde kalacaktır.

İşte böyle, mağaracılar gibi hepimiz içimizde arkeolojik bir kazı taşıyoruz aslında. Ama pek azımız onu kazmaya cesaret edebiliyoruz. Dante'nin de dediği gibi “yaşlanınca ocak başındaki külleri eşelemekten başka ne gelir ki elimizden..”

Şimdi otobüsünüzün camından dışarıya bakın. Evet evet uzaklara, en yükseklere… Dağların tepelerine… Bakın işte, oradalar. Mağaracılar. Sizin göremediğiniz bir delikte hayatlarının en büyük keşiflerini yapıyorlar. Yeraltının büyülü dünyasını ve en önemlisi kendilerini keşfediyorlar… Onlara katılmak ve kendinizi tanımak istemez misiniz?

Emre Baturay ALTINOK
Havva YILDIRIM
A. Bahar HASER


Mağara Araştırma Derneği/ ANKARA
http://www.mad.org.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder