10 Ağustos 2009

NALLIHAN’DAN AYRILIRKEN AKLIMIZDA KUŞ GRİBİNDEN ÇOK AYI TRİBİ VARDI.

MAĞARA ARAŞTIRMA DERNEĞİ NALLIHAN ETKİNLİĞİ – 08.01.2006

Herşey 25 Aralık 2005 tarihinde MAD’lı Bora ÇORAKBAŞ’ın, bu tarihten yaklaşık 10 gün önce Çayırhan’a düzenlediği eğitim faaliyeti sırasında aldığı istihbaratlar ile başladı. 6 Ocak 2006 tarihinde yeni yılın ilk etkinliği için komşu ilçe Nallıhan’a yeni bir araştırma faaliyeti düzenlenmesi için çağrı yapıldı. Yeni yıl ertesi ve bayram arefesi olması sebebiyle 3 kişi çağrıya cevap verdi. Bora ÇORAKBAŞ ile birlikte E. Baturay ALTINOK, Emrah ÖZTEKİN ve Haziran 2005 Ayvaini Eğitim Faaliyeti’nden sonra bir türlü vakit ayırıp mağaralarla buluşamayan yeni üye adayımız Okay SADAY ile faaliyetin gerçekleşmesi kararlaştırıldı.

Akabinde 5 Ocak akşamı Bora’nın Çiğdem Mahallesi’ndeki evinde buluşulmasına ve 6 Ocak sabahı erkenden (yaklaşık saat 06:00 sularında) yola çıkılmasına karar verildi.

5 Ocak günü Bora ve Baturay saat 18:00 dolaylarında buluşarak dernek evine malzeme hazırlığı yapmak için yola çıktı. Derneğe uğranılarak malzeme sayımı ve hazırlığı yapıldı. Saat 19:00 gibi yolluk ve bir önceki etkinlikte temizlenemez bir biçimde çamura bulandığı için faaliyet alanından geri getirilemeyen, Bora’nın yıllanmış çizmeleri yerine yeni çizme alınması için Praktiker’e gidilmesine karar verildi.

Saat 20:00 dolaylarında Praktiker’e varıldı. Çizmeler alındı ve saat 20:20’ye kadar serbest zaman ilan edildi. Bu esnada kuş gribi ile ilgili Okay’ın işletilmesine karar verilerek koruyucu maske satın alındı ve ekipten Okay’a da alınan maske kutudan ayrılarak elimizde yetersiz sayıda maske olduğu izlenimi yaratılması düşünüldü. Praktiker çıkışı Real’den de yolluk için alışveriş yapılarak eve doğru yola çıkıldı.

Bora’nın Çiğdem Mahallesi’ndeki evine varıldığında saatler 21:00’i geçiyordu.

Bora’nın evine ulaşıldığında güzel manzarası ile birlikte şaraplar açıldı. Harika bir manzara eşliğinde sohbete başlandı. Bir yandan da Okay ve Emrah ile iletişime geçildi. Okay dışarıda arkadaşları ile yemekte idi. Emrah ise ekürisi Hakan’ın evindeki partide Bora ve Baturay’dan haber bekliyordu. Okay telefonda hazırlığını yapmış olduğunu, kalkarken ekibi arayacağını söyledi. Emrah ise ısrarla Bora ve Baturay’ı Hakanlar’ın evine çağırıyordu. Multinet ile alınmış pizza yenilirken haftanın yorgunluğu Bora ve Baturay’ın üzerine iyice çökmüştü fakat şarap ile gevşemiş bu bedenler ani bir gaz hali ile harekete geçti. Toparlanılarak Hakanlar’ın evine doğru yola çıkıldı. Eve vardıklarında herkes eğleniyordu. En son Kartalkaya yılbaşı gecesinde görüşülen arkadaşlar ile burada da şaraplar yudumlanmaya devam edildi.

İlerleyen saatlerde Okay’ın yola çıkmadan önce değil de Çiğdem Mahallesi’ne ulaştığında ekibi araması oldukça talihsiz bir olay olarak kayıtlara girdi. Okay’ da Hakanlar’ın evine çağrıldı.

Okay geldiğinde eğlence had safhadaydı. Evdeki insanlar mutfaktan salona açılan duvarın yıkılarak TV büyüklüğünde açılmış bölümünde skeç oynuyor ekip de çocukluklarındaki belli saatler dışında yayın olmayan TV’nin içerisinde duran dolaplarda aynı oyunu oynadıkları günleri anımsayarak eğleniyordu. O sırada, bu satırları yazanın aklına Warner Bross ya da Paramount logosu önünde kükreyen aslan taklidini dolabın arkasından TV yayını imiş gibi yaptığı günler geldi. Nostaljik olunca şarap çarpar ya kafalar da güzel olmaya başladı.

Okay ortama dakikasında ısınarak ilerleyen saatlerde defilede bile yer aldı. Baturay şaraba devam ederken Bora bir önceki etkinlik gecesi sabaha karşı uyuduğu için mahvolduğunu hatırlatarak “Yavaş yavaş kalkalım,” anlamında Baturay’ı dürtmeye başlamıştı ki Baturay ayıldı.

Okay da telefonuna sürekli mesaj gönderen Dilek’e, etkinliğin uzun bir yürüyüşü olduğunu, kendisine çok geç ulaştığını, dernekten 4 kişilik malzeme alınmış olduğunı ve arabada fazla yer olmadığını Dilek’i kırmadan anlatmaya çalışıyordu. Dilek hayal kırıklığı içerisinde ikna edildikten sonra Emrah’ı sabah evinden almak üzere anlaşılarak 3 kişi ile eve dönüldü.

Eve ulaşıldığında herkes yorgundu ve saat 02:00’ye yaklaşıyordu. Sabah 05:45 gibi uyanılacak ve sandviçler hazırlanarak 06:00’da yola çıkılacaktı.

Ekibin uykuya geçmesi uzun sürmedi.

Sabah 05:45’te uyanarak hazırlığa başlandı. Bu sırada ekiple aynı saatlerde azimle namaza kalkan Müslümanlar bir kez daha takdir ederek arabaya doğru yola çıkıldı.

Gereksiz malzemeler Baturay’ın arabasına yığılarak Okay’ın arabası yolculuk için hazırlandı. 06:15 gibi Emrah donmak üzere iken yoldan alınarak Nallıhan’a doğru yola çıkıldı.

Ekip benzin almak için ilk istasyonda durduğunda Okay, elinde Sabah gazetesi ile geliyordu. Ankara ekinde büyük harfler ile, Beypazarı ve Nallıhan’ın kuş gribi nedeni ile karantina altında olduğu ve ilçelere giriş çıkışın yapılamadığı haberi okundu. Ekip şok oldu ama sürekli gülmeye devam etti, keyifler yerinde idi. Özellikle Bora, yıllardan beri ısrarla savunduğu ölümsüz olduğu iddiasını tekrarlamaya devam ediyordu.

Gerçi Bora etkinlik çağrısında kuş gribini “kuş garibi” olarak esprili bir şekilde dillendirmiş ve program çıkarmıştı. Bora’nın programı “06:00 – Ankara’dan yola çıkış, 07;30 - Nallıhan Kuş Cenneti’nde yaban ördeği ve yumurta ile kahvaltı, 08:00 - Kuş garibi araştırmaları ve gözlemler, 10:00 - Mağaralara doğru yola çıkış…” idi. Bora, “Kuş garibi hastalığı göçmen kuşlar arasında ilk olarak Nallıhan Kuş Cenneti’nde görülmüş ve hemen MAD’ın kuş garibi alt birimine bildirilmiştir. Hastalığa sebep olan virüsün adı HSBC567 olarak tahmin edilmektedir. Belirtileri kuşların önce sağa, sonra sola , sonra tekrar sağa bakarak iç geçirmeleridir. Ayrıca kuşların toplu halde uçtukları rapor edilmiştir. Kuş garibi hastalığı pazar günkü gözlemlerden sonra müstakbel yeni başkan ve kurmayları eşliğinde Gözcü ve Asabi gazetelerine yapılacak bir basın açıklaması ile duyurulacaktır,” ifadeleri ile esprilere devam ediyor ve ekliyordu; “Şaka bir yana insanoğlu dünyaya onca yaptığından sonra hak ettiği belasını bulmaya yaklaşıyor gibi. Tanıştığımız bir biyolog insanoğlunu büyük ihtimalle böyle bir sonun beklediğini söylemişti...”

Gazetedeki ayrıntıları okuyarak kuş garibinden kuş tribine girilerek sohbet eşliğinde Nallıhan’a doğru yola devam edildi.

Nallıhan Kuş Cenneti’nden geçerken arabayı kullanan Okay dahil herkes bu güzel manzaraya kilitlenmişti. Kayaç yapıları ve doğanın muhteşem renkleri sabah ışığı ile bir başka güzel gözüküyordu. “Bize bu kadar yakınken neden biz bu kadar uzak kaldık buralara?” düşüncesi kafalarda, Nallıhan’ın hakkı, Beypazarı ve hiç sevmediğimiz kurusu tarafından yeniliyor gibi geldi. Bunu akıllarının bir köşesine yazan ekibin daha sonra öğrenecekleri, düşüncelerini doğrulayacaktı.

Sabah 08:00 dolaylarında Nallıhan’a yaklaşırken, ekip Belediye Başkanı Safa GÜR’ü telefonla aradı. Başkan, ilçenin girişinde itfaiye merkezinde ekibi beklediğini söylüyordu. İtfaiye merkezine gittiklerinde ilgililer ekibi bekliyordu. Sohbet ederek çaylar yudumlanırken mağaralar ile ilgili bilgi alınmaya da çalışılıyordu. Ayıini olarak adlandırdıkları mağara yatay bir mağara idi ve adı gibi bir dönem ayılara ev sahipliği yapmıştı. Uzun süredir yörede ayı gözükmüyor ama izlerine rastlanıyordu. Kimse de on yıllardır bölgede ayıya rastlamamıştı. Sadece 80 yıl öncesinde aynı mağarada bir ayının bir avcıyı parçaladığı söyleniyordu.

Sarıçalı’daki bir diğer mağaranın girişi ise oldukça yüksekte idi. MAD’lı ekip bunu duyunca dikey bir sistem olmayacağı düşüncesi ile bilgileri almaya devam etti. Alttan mı ulaşmak kolaydı yoksa yukarıdan iple mi inilmeliydi? İtfaiyecilerden biri yukarıdan inişin bu mevsimde mümkün olmadığını, zamanında davarların kışın orada otlar iken kayalardan düşerek, kendi deyimi ile “kartal gibi süzülerek” öldüğünden bahsediyordu. Şivesi o kadar sevimli idi ki ekip itfaiyeciyi dinlerken sürekli gülüyordu.

İlk etapta karasu köyünden Ayıini ve süzülecekleri diğer mağara için Okay’ın aracı ve belediyenin 4X4 Ranger’ı ile yola çıkıldı.

Karacasu köyüne varıldığında adı sonradan öğrenilen İsmail Ağabey ile eşi Gülümse Hanım’ın yöredeki doğa turizmi meraklılarının konaklama ve dinlenme yeri olan evlerine gidildi. Kahvaltılar hazırlanmış ve kuzine üzerinde çay demleniyordu. Gayet aç olan mideler kahvaltı ile bayram etti. Daha önce Altıntaş etkinliği sonrası brusella hastalığı tecrübeleri anımsanarak süt ürünlerini tüketmemeye çalışan Baturay’a inat diğerleri kaymak, peynir ve yağ ile karın doyuruyorlardı. Mağarada olunmadığı ve su sıkıntısı çekilmediği için dizanteri hiç mi hiç akıllara getirilmedi. Müthiş kahvaltı sofrasından mutlaka kalkmak gerekiyordu yoksa akşama kadar kuzinede çaya dalıp mağara unutabilirdi.

Kahvaltının sona ermesi gerektiği hatırlandığında ekip yola çıkmaya hazırdı. Bir odada malzemeler açıldı, kıyafetler giyinildi. O sırada Bora ekibe refakat edeceklere malzemeleri gösteriyordu. Mağara malzemelerini kişisel çantalara pay edilerek Ranger’a yüklendi. Ekip, mağaraya gitmeye hazırdı.

Tüm ekip Ranger’a binerek çamurlu yolların Sarıçalı Dağı manzarasında tırmanmaya başladı. Bora, Emrah, Okay ve Baturay’dan oluşan MAD’lı ekibe Nallıhan’dan Belediye Başkanı Safa GÜR, Mustafa BEKTAŞ, İsmail GÖKTAŞ, İsmail YALIN ve Emin ÇİFTÇİ eşlik ediyordu.

Yarım saatlik tırmanışta, bir önceki gün Beypazarı’nda ortaya çıkan ama basın tarafından Nallıhan’da diye kamuoyuna yansıtılan kuş gribi vakası nedeniyle herkes üzgündü. Üstelik Nallıhan Kuş Cenneti görüntüleri eşliğinde duyurulan, gölün Beypazarı tarafındaki bir köyde yaşanan vaka Nallıhan’ın üzerinde kalmaya mahkum gibiydi çünkü Nallıhan ve kuş denilince akıllarda ilk olarak Nallıhan Kuş Cenneti tabelası beliriyordu.

Ranger ile yolculuk son bulduğunda artık tüm yük ayaklar üzerindeydi. Eşyalar yüklenilerek keskin bir yamaçtan tırmanılmaya başlandı. Erenler Mevkii olarak adlandırılan bölgede görülen asırlık ağaçlar ve tür çeşitliliği ekibi oldukça şaşırttı. Bu sırada Mustafa BEKTAŞ sürekli fotoğraf çekiyordu. Alelacele çıkılan yolculukta unutulan fotoğraf makinesi dolayısıyla yaşanan üzüntü, Mustafa BEKTAŞ tarafından çekilen fotoğraflar ile unutulmaya başlanmıştı.

Yaklaşık 40 dakikalık bir tırmanışla Ayıini Mağarası önüne varıldı. Mağaranın ağzına kadar yer yer sarplaşan tırmanışın yorgunluğu mağaranın girişine ulaşılması ile keyfe dönüştü. Eşyaları yerleştirilip yan kol ekibi Emrah ile ana girişi kontrol edecek olan Bora hazırlıklarını tamamlayarak mağaraya giriş yaptılar. Bora’nın girdiği ana giriş yan kol ile birleşince Emrah geri döndü ve Baturay ile birlikte mağaranın diğer tarafındaki çatlağa göz atmaya karar verdi. Ellerinde fenerler ile çatlağı kontrol ederken Bora mağaranın içerisine iyiden iyiye girmişti. Arkasında da İsmail YALIN vardı. İsmail YALIN yörenin yerlisi olduğundan mağaraya birçok kez girmişti.

Aradan 15 dakika geçmesiyle birlikte büyük bir gürültü ile birlikte bir kükreme ve akabinde kesik kesik böğürtüler duyuldu. Tam da bu sırada İsmail YALIN’ın mağaradan yuvarlanarak düştüğü ve toparlanarak koşmaya çalıştığı ve “AYI, AYI VAR” diye bağırdığı duyuldu. Kampı bir anda panik havası sardı ve tırmanılmış olan sarp kayadan aşağı koşmaya, daha doğrusu bulunulan yerden aşağı resmen atlanmaya başlandı. Bu sırada herkes bulduğu bir yere sığınmaya çalışıyordu. Baturay’ın “Sakin olun, panik yok!” diye bağırmasıyla birlikte herkes bir anda irkildi ve saniyeler ile ifade edilen bir zaman içerisinde uygun bir konum alındı. Bu sırada ayıyı görme sevdası ile dengesiz bir biçimde kayadan atlayan Okay’ı, Baturay’ın sırtından tutarak kayaya çekmesi belki de ciddi bir sakatlanmayı önledi. Kükreyerek mağaradan çıkan ayı, dışarıda gördüğü insanlardan daha da ürkerek kendisini yamaçtan aşağıya bırakarak yuvarlanmaya başladı. Bu esnada herkes arkadan nefes nefese ayıya bakıyordu.

Bu esnada Bora’nın silah nerede seslerini duyarak dışarıya “Başka ayı yok, ben çıkıyorum sakın ateş etmeyin,” diye bağırdığı duyuldu. Her şey saniyeler içinde olmuştu Zaten silah ellenmemişti ama Bora’nın korkusu haklı idi. Gülerek dışarı çıktığında panik hali zaten atlatılmıştı. Neredeyse herkes ilk kez ayı görmüş ama panik hali ile nasıl bir şeye benzediğini kestirememişti. Tek görülen ayının mağaradan kükreyerek çıkışı ve karların üzerinden yuvarlanarak kaçışıydı.

Herkes dışarıda toplandığında içeride yaşananlar teker teker anlatılmaya başlandı.

Anlatılana göre Emrah yan kol girişinde yerde bir sıcaklık hissetmiş ve koku ile birlikte mağarada ayı olduğunu söylemişti. Bu esnada ana giriş ile birleşen yan kol nedeni ile geri dönen Emrah’ın olası bir felaketi bilmeyerek önlediği ortaya çıktı.

Mağara geçişleri o kadar dardı ki, Emrah; Bora ve İsmail YALIN’ın arkasından devam etse, dar koridorda ayı ile yüz yüze gelen Bora ve İsmail YALIN’ın mağaradan çıkması mümkün değildi. Karşılaşma sırasında Bora kendisini bir köşeye atarak ışığını kapatmış, İsmail YALIN da ayının tokatlarına maruz kalarak kendisini dar geçitten aşağıya bırakmıştı. Emrah arkasında olsa aşağıya kayması mümkün olmaz, dar bir koridorda dakikalarca ayının tokadına maruz kalır ve ciddi biçimde yaralanırdı.

Bora, dar geçidin sonlandığı salonun iki girişinden geniş olanı tercih ederek içeri girmişti. Bu esnada uzun uzadıya tavanı ve oluşumları incelemiş, yan geçişlere müsait olup olmadığına bakarken başını diğer yana döndürdüğü an, yaklaşık 5-10 metrekarelik küçük bir salonda ayı ile yüz yüze gelmiş, ayı yüzüne kükrediğinde Bora da ayıya korkuyla bağırmış ve ani bir harekele ışığını kapatarak kendisini bir köşeye atmıştı. Ayı, o sırada Bora’nın geçtiği yerden içeriye bakan İsmail YALIN’ın yüzüne kükremiş ve dar bir geçitte olan İsmail YALIN’ın ensesine iki, kafasına bir kez vurduktan sonra kolları ile yüzünü kapatan İsmail YALIN’ı aşağıya itmişti. Sonradan öğrenildiğine göre ekibin dışarıda duyduğu kükremenin akabinde İsmail YALIN’ın paket şeklinde ayı ile kucaklaşarak mağaradan yuvarlanışı bu hareket sebebi ileymiş.

Bora, ayı dışarıdakileri görünce panikle geri dönecek diye oldukça korkmuştu. Daha sonra da silahla çıkışta ateş edilecek korkusu ile bir süre içeride atladığı yerde yatmış kalmıştı.

İsmail’in anlattığı, Bora’nın da hatırlamadığı bir diğer ihtimal ise, ayının gövdesini taş sanarak geçiş için Bora’nın ayıyı ittiği yönündeydi.

Her ne olursa olsun ayının korkarak sıkıştığı yerde saldırganlaştığı ve zaten dar olan alanda önüne gelene vurduğu anlaşıldı. Olayın ucuz atlatılması ekip için bir şanstı.

Olayın üzerinden bir süre geçince herkesi ”Ya eşi içeride ise?” korkusu sardı. Ama bir yandan da hem bu olayı yaşamış olmak, hem de MAD’lı ekibin harita çizme ısrarı mağaraya tekrar girilmesi yönünde ortak bir karara dönüştü. Gönüllü ekip olarak Okay ile Baturay mağaraya girerek ilerlemeye başladı. Baturay, içten içe müthiş bir korku ile sürekli seslenerek içeriye girdi. Tüm mağarayı kolaçan etmek uzun bir süre aldı. Bunun nedeni mağaranın büyüklüğü değil her yere bakmadan bir santimetre bile ilerleyememiş olmaktı. The Cave ve Descent filmlerinde mağaracılara saldıran yaratıkların olduğu bir yerdelermiş gibi korkuyorlardı. Baturay, mağara çizmelerini giymemiş, trekking botları ile içeri girmiş olduğundan dar geçitlerde oldukça kayıyor ve ışık tuttuğu bölümlere Okay’ın göz atmasını istiyordu. Okay ise olayın şoku ile bu isteği reddediyordu. Yeni başlayan bir mağaracı adayı olarak haklıydı ve belki de ömrü boyunca karşılaşmayacağı bir olaya tanık olmuştu, salona girmeye çekiniyordu.

İçerisini tamamen kontrol ettikten sonra Baturay, ayı ile Bora’nın buluşma odasında ışığını kapatarak Okay’ı dışarıya yolladı ve Emrah’ı harita çizme işini beraber yapmak için çağırdı. Emrah geldi ve haritalama işine başlandı. Bu esnada üşüyen dış ekibin yaktığı ateşin dumanı içeriye doluyordu ve Emrah ile Baturay bir süre sonra nefes alamaz hale geldi. Neyse ki harita ölçümleri bitmişti. Yavaş yavaş dışarıya çıktılar. Dışarı çıkarken yeni bir panik hali yaratmak için içlerinden kükremek gelse de yapmamanın herkes için daha iyi olacağına karar verdiler.

Dışarıda ayı ile ilgili konuşulmaya devam ediliyordu ve aynı olaylar dönüp dolaşıp gün içinde en az yüz kere anlatıldı ama her seferinde herkesçe de dinlenilmeye devam edildi. Hem de ilk defa dinleniyormuşcasına…

Gün boyunca konuşulanlar ise genelde adrenalin patlaması nedeniyle herkesin korku ile karışık büyük bir heyecan yaşamış olması, yörede bahsedilen ama hiç görülemeyen ayının varlığının talihsiz de olsa ispatlanmış olması, ayının kaçarken dengesiz düşüşü nedeniyle yaralanmış olması korkusu ile yaşadığımız endişe ve üzüntü (hayvan ekibe saldırmıştı ama mecbur olduğu için, aslında iyi niyetliydi düşünceleri…), ilk kez ayı görmüş olmanın mutluluğu (ki bu daha çok MAD’lılardan geldi), Emrah’ın ayı fobisinin ayı sevgisine dönüşmesi, Bora’nın artık bunu da yaşadım hayatta daha fazla heyecanlanacağımı sanmıyorum sözleri, Okay’ın “Vay anasına!” nidaları, içeride yaşananlar ile ilgili esprili spekülasyonlar (ayının Bora’nın omzuna dokunduğu), İsmail’in yediği tokatlar, aldığı darbeler ve ayı ile kucaklaşarak aşağıya kayması, herkesin panik halinde yamaçtan atlamış ama sakatlanmamış olması üzerineydi.

Yavaş yavaş toparlanarak diğer mağarayı incelemek için yola çıkıldı. Diğer mağaranın yakınına gelindiğinde kısa bir değerlendirme yapılarak oldukça yüksekte olan giriş için karlı ve kaygan yamaçta riske girmeme kararı verildi. Zaten mağaranın girişinin oldukça yüksekte oluşu her nasılsa ekibe kaya oyuklarını anımsattı ve mağaranın küçük bir salondan ibaret olduğu izlenimi yarattı. Köylülerin anlattığına göre dikey bir mağaraydı ama MAD’lı ekip, dikeyden kasıtlarının mağaraya ulaşım esnasında kat edilen yol olduğunu düşündü. GPS ile koordinat alınarak baharda burasının değerlendirilmesine karar verilerek aşağıya doğru yola çıkıldı.

Ranger’a varıldığında yarım saat geçmişti. Hazırlanarak yola çıkıldı. Karacasu Köyü’ndeki kuzine başına ulaştıklarında yemekler hazırlanmıştı. Gülümse Hanım muhteşem turşuları, soslu pilavı ve yaprak sarması ile servise başladığında ekiphala daha sonra gıyabında adını Nuri koydukları ayı hikayelerini bir kez daha dinliyordu. Üstelik zaman zaman MAD’lı ekip de kendilerini olayları tekrar tekrar anlatırken buluyordu.

Yemek yenildikten sonra Arkutça Köyü muhtarı ile görüşülerek tekrar yola çıkılmasına karar verildi. Ekip, hava kararmadan bahsedilen 2 mağarayı da görmek istiyordu. Köye ulaşıldığında aktör Kurt RUSSEL’ın ikizi olduğu konusunda hemfikir oldukları muhtar da onlara katılarak mağaranın girişine kadar ekibe eşlik etti. Altıntaş yaylasındaki gece yolculuğunu hatırlatan sarp ve çamurlu yolların sonunda aracın daha fazla ilerleyemeyeceği yerde yine eşyalar yüklenilerek tırmanmaya başlanıldı.

Yolculuk sırasında muhtar bu mağarada yıllar önce resimlerin olduğundan bahsetmişti. Ekipte bu değerleri koruma altına aldıracak olmanın heyecanı duyuluyordu. Mağaranın ağzına geldiklerinde taze toprağın dışarıya tahliye edilmiş olduğunu dehşet ile gördüler. Belli ki defineciler burada hummalı bir çalışmaya girişmişlerdi. Mağaranın girişinde tahliye kovaları ve malzemelere rastlandı. Emrah, doğal bir emniyet ile yaklaşık 8-10 m.’lik bir inişten aşağıya inerek göz atmaya karar verdi. Bora hattı kurarken Baturay da muhtar ile birlikte diğer deliği bulmak için tırmanmaya devam etti. Daha sonra Mustafa BEKTAŞ da onlara katıldı. Delik bulunduğunda tahtadan bir merdivenin mağaranın içine döşenmiş olduğu görüldü. Baturay, deliğin girişinde bir süre için mola verirken aşağıya malzeme yollamaları için sesleniyordu. Aşağıdan bir türlü ses alınamıyordu. Baturay, bu kayıp zamanı Kurt RUSSEL’ın kardeşinden yeni istihbaratlar alarak değerlendirmeye karar verdi. Bir iki yeni yer öğrendiğinide hava kararmaya yakındı. Aşağıya inerek diğerlerinden bilgi alınmasınave gerekirse tekrar buraya çıkılmasına karar verildi. Aşağıya indiklerinde Emrah’ın aşağıda lüks, tüp ve kazı malzemeleri ile duvarlarda çökmeyi engelleyecek düzenekler gördüğü öğrenildi. Mağara kazılmıştı ve 20 küsür metre daha ilerliyordu. Emrah ve Bora geceye kalacaklarını, bu işin seyrinin değişerek sportif amacı aştığını, dönmenin daha hayırlı olacağı konusunda, yukarıdaki deliğe de giriş yapılmasında ısrar ederken Baturay’ı ikna ettiler. Tüm malzeme toplanarak tekrar tabana yüklenilerek Ranger’a doğru yola çıkıldı.

Araca binildikten sonra, dönüşte yaylada oturan tek köylü ziyaret edilerek bilgi alındı ve kendisine belediye başkanınca bazı sorular soruldu. Köylünün ya korktuğu ya da olaya göz yumduğu izlenimi ile olayın jandarmaya bildirilmesi ve belediye başkanlığınca olayın takip edilmesine karar verildi.

Nallıhan’a doğru yola çıkınca, telefonun çektiği her yerden MAD’lılar aranmaya başlandı ve ayı hikayesi her seferinde telefonun diğer ucuna aktarıldı.

Nallıhan yakınında akşam yemeği ve rakı eşliğinde haber bültenleri izlenildi. Her Nallıhan sözünde homurtular yükseliyordu. Kriz merkezi toplantısı için belediye başkanı ile buluşmaya gelen jandarma komutanına mağara ile ilgili bilgi verildi. Kendisi daha önce pusu kurulduğu ancak kendilerinden önce haber alan definecilerin bir türlü yakalanamadığından bahsetti. Ortada çıkan bir define de yoktu ama yine de kim olduklarını merak ediyorlardı. Arkutça Köyü’nden veya Nallıhan’dan değildiler ancak dışarıdan gelen bir ekibe göre de kalabalık ve organize bir iş çıkardıkları da yadsınamazdı.

Yemekten sonra yola çıkıldı. Dönüş yolunda Emrah’ın ısrarı ile Emremsultan köyündeki Tapduk Emre Türbesi’ne gidilmesine karar verildi. Diğerleri kapıda beklerken, gece gece türbeye giren Emrah’ın türbe zitareti sonlanıp dönüş yoluna çıkıldığında saat 20:00 civarıydı.

Sohbet ve müzik eşliğinde bir süre ayıyı unutarak kuş gribi ile ilgili konuşuldu. Beypazarı, turizmin önemli bir durağı olduğu için burada yaşanan her türlü tehlikenin, yine burada ekonomik menfaatleri bulunan büyük sermayenin etkisiyle basın organları ile komşu Nallıhan’da yaşanmış gibi gösterilmesi neticesinde Nallıhan’ın mağdur edildiğinin herkes farkında idi. Beypazarı klasik turizm anlayışı ile kendisini tüketmeye başlamıştı. Artık ilgi çeken doğal ve vahşi olanıydı. Nallıhan da bunun için önemli bir merkezdi ve Beypazarı için tehlike arz ediyordu.

Aslında Yalçın Ergündoğan’ın aynı gün (8 Ocak 2006) BİRGÜN gazetesindeki köşesinde yazdıkları Nallıhan’ın ve kuşlarının uğradığı haksızlığı özetliyordu: “Egemen tür olarak, ‘yeryüzü insanlığı’ çaresiz durumda… Çareyi kanatlı hayvanların topluca imhasında görüyor “yüce tür”. Birbirini öldürerek, savaş makinaları ile, tankları, topları tüfekleri ile dünyaya egemen olmuş bu tür, aslında pek de “akıllı” bir tür değil mi yoksa, ne? Üzülünce, kan akıtıyor. Sevinince kan akıtması gerektiğine inanıyor. Topluca kan akıtma günü olarak ilan ettiği zaman dilimlerini “bayram” ilan ediyor. Tüketmek üzere kurguladığı, beynini yıkadığı milyarlarca türdeşine “refah toplumu” diye sunduğu yapıların ürettiği “virüslere”, kuş gribi adını veriyor hemen. Oysa ki; sınırları olmayan, “özgür bir dünya” düşlerimizin kanatlı dostları ne topluca imha edilmeyi, ne de adları bir virüsle anılmayı hak ediyor…”

MAD’a göre de sorun grip değil garip olan kuşlar sorunu. Öyle ki çözüm için canlı canlı yakılmak ve insana boyun eğmek zorundalar. Düşünün ki çözüm olarak gördükleri yasaklamalar ve endüstriyel üretim yakında köy yumurtası hayallerimizin de katili olacak… Ta ki köy yumurtası yeni bir rant yaratana dek… o zaman tüm yasaklamalar kalkacak ve sermaye birikimi bu alanda da ticaret yapacak.

O zamana dek ne köy, ne köylü, ne yumurta, ne ayı Nuri, ne de MAĞARA kalacak…

EMRE BATURAY ALTINOK
MAĞARA ARAŞTIRMA DERNEĞİ
09.01.2006. YILDIZ. ÇANKAYA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder