10 Ağustos 2009

ANKARA’DA MAĞARA ADAMLARI VARMIŞ

"Kuşkusuz yazının başlığını görünce ilkel çağlara ilişkin birtakım saptamalar, bu saptamaların irdelenmesi ve toplumsal yaşamımıza yansımaları üzerine bir değerlendirme okuyacağınızı sandınız. Yanıldığınızı söylemeliyim. Kısaca Türkiye’de mağaracılık ve Türkiyeli Mağaracılar ile Mağara Araştırma Derneği’nin kısa geçmişini; bugününü; emeğini, yoğun çalışma azmini ve bilinmeyene yolculuğunu okuyacaksınız.

Hıncal Uluç, Enis Batur’un çok sevdiğim bir alıntısı ile süslediği bir yazısında mağaraları mı, bir insanı mı anlatmaktadır? Birlikte görelim: "Mağaraya girdiğinizde her yer karanlık; gözleriniz dışarıda olduğu için bakamaz, göremezsiniz; bakılabilse, zamanla görülebilirdi belki, göz karanlığa alışır, vakit geçtikçe onun ışığını okumayı öğrenir; mağaranın ıslak iç duvarları dışarıdan sızan en ufak ışık kırıntısını bir ayna gibi çoğaltıp çarparak yayabilir ayrıca; girildikçe açılır mağara, derinliğine, dipsizliğine doğru çekilir, çeker; herşey bir başka şeye benzetilebildiğine göre, evrene, evren boşluğuna, kara deliğin merkezindeki girdaba benzetilebilir bu titrek, hareketli, sıcak uzam...”

Bilinmeyen imgesi; edebiyatın gözdesi. Hal böyle olunca da mağaralar edebiyatın en önemli öznesi. Patrick Süskind, Koku adlı romanında Jean Baptiste Grenouille karakterinin kaçışını mağaralar ile ilişkilendirir. Süskind, Grenouille için bir ev inşa eder zihinlerde. Ev, doğa ile bütünleşmiş bir mağarayı tasvir eder. “Fransa’nın en kimsesiz dağının başında, suyun olduğu yere yakın, bir sürü kıvrımlar yaparak dağın içlerine uzanan, otuz metre kadar içeride çöküntüyle biten bir mağara keşfetti.Tünelin sonunda, gün ortasında bile göz gözü göremez bir gece karanlığı egemendi. Bir de mezar sessizliği; havada nemli, tuzlu bir serinlik vardı. Jean Baptiste Grenouille evini bulmuştu.”

Ahmet Altan, zihnimizde istemesek de 12 Eylül’ü çağrıştıran Sudaki İz adlı romanında roman karakterleri için mağarayı bir aşk yuvasına dönüştürür. “Gölün öte yakasında kayalıklar vardı. Delik deşik ve pürtüklüydüler. Hiç konuşmadan kayalıkların arasından kıvrılarak geçen kumlu patikadan yürüdüler. İki yanlarında yaşlı kayalar yükseliyordu. Biraz ileride bir kayalığa oyulmuş basamaklarla karşılaştılar. Basamakları çıktılar. Bir mağara gördüler.”

Albert Camus ise Düşüş adlı romanında mağaralara ve özellikle mağaracılara karşı bir yaklaşım sergiler, roman karakteri Jean Baptiste Clamence’in ağzından. Clamence; yük ambarları, gemi ambarları, mahzenler, mağaralar, çukurların tüylerini ürperttiğinden bahseder. Dahası, gazetelerin ilk sayfasını kaplamak küstahlığını gösteren ve başarıları ile kendisini iğrendiren mağara bilginlerine ayrı bir kin duyduğunu söyler ve ekler. “Kayalık bir dar geçitte (bu bilinçsizlerin dediği gibi bir sifonda) başları sıkışıp kalmak pahasına yerin sekiz yüz metre altına ulaşmak sapık ya da beyni sarsılmış kişilerin marifeti gibi görünüyordu bana.” Yargıç Clemence’e göre mağaracılık topluma karşı yaşama sorumluluğunu taşımak zorunda olan bir bireyin işlediği önemli bir suçtur ve mağaracılar bu toplumun suçlularıdır…

Tüm bunlara rağmen Konfüçyüs bizleri anlar: "Neşeli insanlar su kenarına gitsinler, eğlenmek isteyen insanlar dağlara çıksınlar, erdemli olmak isteyenler ise mağaralara gitsinler."

Mağara Dediğin Bir Doğal Boşluk…

Mağara, en kısa tanımıyla kayaç içerisinde insan girişine olanak verecek ölçüde gelişmiş, doğal boşluk olarak tanımlanabilir. Mağaralar daha çok karbonatlı kayaçlar içerisinde oluşmaktadırlar. Şöyle ki; kireçtaşı, kalsiyum karbonattan oluşmuştur (CaCO3). Yeryüzüne düşen yağmur suları atmosferden ve sızma sırasında organik toprak katmanlarından geçerken karbondioksit gazı (CO2) ile birleşirler ve karbonik asit (H2CO3) oluşur. Oluşan karbonik asit kireçtaşını çözer ve çatlaklar boyunca, çözünme sonucu oluşan karst kanallarında, lokal bir akım sistemi gelişir. Su, karbondioksit ve kalkerin döngüsel karakterdeki reaksiyonları da bu kanalların zamanla genişleyerek bir mağara boyutu kazanmasını sağlar.

Ülkemizde varolan mağaraların çoğu çözünme mağaralarıdır. Bu tür mağaralar kireçtaşı birimlerinin çatlak ya da tabaka düzlemleri boyunca, yeraltı suyunun çözücü etkisiyle oluşurlar. Mağara gelişimi açısından önemli iki çözünür kayaç vardır. Bunlar kalsit ve dolomitik özellikteki kireçtaşlarıdır ve kimyasal bileşimleri nedeniyle karbonatlı kayaçlar olarak adlandırılırlar. Deniz mağaraları ise daha çok dalgıçların ilgisini çeken, deniz kıyısı boyunca uzanan kayaçlarda dalgaların aşındırıcı etkisi ile oluşan mağaralardır. Biz ise tutkumuz gereği daha çok kara mağaraları ile ilgileniyoruz…

Mağaraların, kayaç içerisinde insan girişine olanak verecek ölçüde gelişmiş, doğal boşluklar ise mağara habitatının gerek sportif gerekse bilimsel olarak birilerinin dikkatini çekmesinden daha doğal ne olabilir? Edouard Alfred Martel, “Her kilometrekaresinin haritası çıkarılmış bir gezegende kaşiflerin keşfedebileceği bir şey artık kalmadı. Ama yerin altında?..." cümleleri ile aylak zihinlerimizi bulandırırken zihnimizde uçuşan sorularımıza beklediğimiz cevap bizden biri, bence Türkiye’nin en önemli mağaracılarından MAD’lı Tulga Şener’in bir sohbetinden gelir ve biz Türkiyeli Mağaracılar’ın heyecanını kamçılar. “Bir an için, yerin metrelerce altında bulunduğunuzu düşünün; üstelik oraya ulaşmak için sayısız iniş ve tırmanış yaptığınızı... Biliyorsunuz ki sizden önce kimse oraya ayak basmadı..!”

Mağaracı, Bir Deli Oğlan…

Bayan mağaracılar alınmasın zira şarkı karakteri Osman. Bir deli oğlan. Henüz 18’inde… Neyse; Barış Manço’nun Osman’ı, aşkı uğruna savaş vere dursun biz konumuz olan mağaracılara dönelim. Mağaracılar her an 2 günlük bir mağara gezisi düşlerler, senelik izinlerinin tamamını eşleriyle birlikte kamplarda geçirir, 6 aylık çocuklarına diktikleri özel kamp malzemeleri ile defile edasıyla ortaya salarlar. Akşam sohbetlerinde içtikleri çay, yerin 500m altında içtikleri termos çayını anımsatır, her sohbette en az 50 kez mağaralı cümle kurarlar, doğacak çocuklarına teknik malzeme isimleri koyup koymamak konusunda kafaları karışır. Adı, kız olursa Anna Karabina, erkek olursa James Bolt mu olsa diye düşünürler . Yine de doğadan ve insandan uzaklaşmaz zihinleri. Demir’dir biri, güçlü kuvvetli olacaktır; Barkın’dır diğeri, babası gibi gezgin ruhuna tariftir adı. İcat ettikleri kalabalık, senkronik mağara dansları ve çıkardıkları sesler ile her eğlencede ilgi toplamayı başarır mağaracılar. O kadar ün yaparlar ki kamber olarak anılırlar hep birlikte, Japon turistler dönerin yanında artık mağaracılarla da fotoğraf çektirmek isteyecekleri günleri tahminde iddialaşırlar…

Kamplar bir eğlence alanıdır mağaracılar için. Yeşil çayırlarda doğal erikleri midelere indirirken gelincikler arasında koşarlar. Gece mağaraya girer, sabah kahvaltısına tüm o yorgunluğun yanında uykuyu değil köy peynirini tercih ederler kahvaltılarında. Çayları hazır, ekmekleri dilimlidir. Kolektif bir sporu, kolektif bir yaşama dönüştürürler.

Uluslararası literatürde bilimsel ve sportif amaçlarla mağara araştırmaları yapanlara genellikle speleolojist adı verilir fakat bilimsel amaç dışında mağaracılık yapan birçok araştırmacısı kendisini Caver (Mağaracı) sözünü tercih eder. Speleoloji ise mağara biliminin adıdır.

Trevenian, Şibumi adlı eserinde mağaracılar için şu değerlendirmeyi yapar. “…Mağaracı acaba dağcıdan daha mı çılgındır? Evet, öyledir. Neden mi? Çünkü mağaracı daha tehlikeli titreşimler içindedir. Dağcının tek derdi kendi vücudundan ve gücünden doğar. Olsa olsa vücudu yorulur ve gücü tükenir. Oysa mağaracının karşısına sinir erozyonları ve ilkel korkular da çıkmaktadır. İnsanoğlunun içinde uyuyan ilkel hayanın bazı mantık dışı, akıl dışı korkuları vardır. Karanlıktan korkar. Yeraltında olmaktan korkar, çünkü orayı her zaman kötü güçlerin yuvası olarak bellemiştir. Yalnız olmaktan korkar. Tuzağa sıkışmaktan korkar. Sudan bile korkar. Dünyaya oradan geldiği, sudan çıkarak insanlaştığı halde. Kabusu andıran en büyük korkuları ise, bir, karanlığın içine düşmek, iki dehlizlerde yolunu bulamadan dolaşıp durmaktır. Ve mağaracı dediğin adam, çılgının, kaçığın biri olduğu için bütün bu kabuslarla yüz yüze gelmeyi kendi serbest seçimiyle istemektedir. İşte bu yüzden o, dağcıdan daha delidir.…”

Mağaracılık, Ne Ola Ki?

Bilimsel ve çağdaş mağaracılığın başlangıcı Fransızlar’a atfedilir. Edouard- Alfred Martel, bugün sayıları yüz binleri bulan mağara tutkunlarının babasıdır. Petzl ise her mağaracının güvendiği malzemenin adıdır. Petzl öldüğünde, yüzünü görmedikleri bu adam için yas bile tutmuşlardır.

Martel, her mağaracı için önemlidir. Martel'in çalışmaları çağdaş mağaracılığın eksenini oluşturmaktaysa da, mağaracılar ondan yüzyıl kadar önce o dönem için rekor sayılabilecek derinliklere inen birçok kaşifi de anmadan geçemezler. Mağarabilim için de önemlidir Martel. Araştırmaları sırasında ip merdiven, manyetolu telefon ve katlanan sandal gibi birçok malzemeyi de kullanmış, yenilikleri ile öncü olmuştur. Boşluklar ve Bilinmeyen Fransa adlı hikaye benzeri raporları da mağaracılığın popüler hale gelmesine önemli katkıları olan bir şahsiyettir. Fotoğrafı bulunsa cüzdanlarda taşınır…

Mağaracılık yatay ve dikey mağaracılık olmak üzere iki çeşit mağarada yapılır. Yatay mağaralara girebilmek için aydınlatma araçlarını kullanmayı bilmek yeterlidir. Mağarada yaygın olarak kullanılan aydınlatma sistemi "karpit lambası"dır. Karpit lambası, karpit taşı ile bunun üzerine kontrol edilebilen bir miktarda damlatılan suyun tepkimeye girmesi sonucu açığa çıkan asetilen gazının yakılmasıyla çalışır. Gazın alevi oldukça geniş bir alanı aydınlatır. Yaygın olarak kullanılan lambaların hazneleri için bir dolumluk karpit ortalama 8 saat boyunca ışık verir. Dikey mağaralara girebilmek için ise SRT (Single Rope Techniques- Tek İp Tekniği) adı verilen ve ipin üzerinde inip çıkabilmenizi sağlayan tekniği öğrenmek gereklidir.

Türkiye’de Mağaracılık ve Halk Ağzında Mağara Adamları Derneği

Ülkemiz, mağara ve yeraltı dereleri açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olmasına rağmen yurt dışında 1800'lü yıllarda başlayan mağaracılık ve mağarabilimle ancak 1900'lü yılların ilk çeyreğinde tanışmıştır. (Türkiye'de 40.000 kadar mağara olduğu tahmin ediliyor.)

Türkiye'de ilk mağara araştırması 1927 yılında, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Profesörü Raymond Hovasse tarafından İstanbul - Yarımburgaz Mağarası'nda mağara hayvanları üzerinde yapılan incelemedir. İkinci araştırma ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Profesörü Cemal Alagöz'ün 1944 yılında Coğrafya Kurumu Bülteni'nde ve ayrı baskı halinde çıkan Türkiye'de Karst Olayları adlı incelemedir.

Bundan sonra, İsveçli K. Lindberg'in 1949 ve 1950 yıllarında Anadolu'da mağaralarda yaşayan hayvanlar üzerinde yaptığı ve sonradan bunları 1952 - 1954 yıllarında Fransa'da Ulusal Speleoloji Komitesi’yle, Bilimsel Araştırmalar Merkezi'nin ortak yayın organı olan Annales de Speleologie'de Fransızca olarak yayınladığı Birkaç Türk Mağarası Üzerine Notlar başlığıyla çıkan yazıları gelir. 1955 yılında ise Temuçin Aygen ve arkadaşlarının Konya Ermenek Maraspoli Mağarası'nda yapmış olduğu araştırma ilk ekip çalışması olmuştur.

1955 - 1964 yılları arasında özellikle Temuçin Aygen'in çabalarıyla Türkiye'de çok sayıda mağara araştırılmıştır. 1964 yılında Ankara'da Mağara Araştırma Cemiyeti'nin (Bugünkü Mağara Araştırma Derneği - MAD) kurulmasıyla mağaracılık çalışmaları hız kazanmıştır. Bir dönem Türkiye Mağara Araştırma, Tanıtma ve Turizm Derneği adını alan Cemiyet, kurulduğu yıl içerisinde bir gezi ve İstanbul'da uluslararası bir konferans düzenlemiştir.

Dernek 1980'li yıllara gelinceye kadar özellikle yabancı mağaracılarla ortaklaşa çok sayıda etkinlik düzenlemiş ve ülkemizin hemen hemen her bölgesinde birçok mağara araştırılmıştır. 1973 yılında, ülkemizin mağaracılıkla ile ilgili ilk üniversite kulübü olan Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü (BÜMAK) kurulmuştur. Yine 1978 yılında Dr. Jeomorfolog Nuri Güldalı tarafından MTA'ya bağlı bir birim kurularak mağaracılıkla ile ilgili ilk resmi çalışmalar başlamıştır.

1980 darbesi ile örgütlü her kesim gibi paşa tokadı yiyen MAD, ilerleyen yıllarda içinde mağaracılık aşkı sönmeyenlerce tekrar kurulmuş ve 80’li yılların sonlarına doğru Ankara'da çok sayıda üniversite kulübünün kurulmasına öncülük etmiş ve mağaracılık çalışmalarına hız kazandırmıştır. Bugün, sayıları 50’ye yakın MAD üyesi Türkiye Mağaraları’nı araştırmak, haritalamak ve uluslararası literatüre kazandırmak için yaz kış demeden, hafta sonları dahil 10’ar saatlik yolculuklara göğüs gererek Türkiye’yi karış karış dolaşmaktadırlar.

Hattı Bağlarken…

Yazımızı sonlardırmadan önce Trevenian’dan bir alıntıyı kendimize uyarlayalım. Bu tür tehlikeleri çok seviyoruz. İçimizde yatan en ilkel ve hayvansal korkulara karşı zihinsel kontrolümüzü ve fiziksel yeteneğimizi kullanmak harika bir duygu. Düşme korkusuna, boğulma korkusuna, soğuk ve yalnızlığa, orada ebediyen kaybolma tehlikesine ve başının üzerinde bekleyen tonlarca kayanın bilincine karşı en büyük yardımcımız mantık ve zekice planlama. En büyük düşmanımız ise hayal gücü ve panik. Bizim için korkak olmak kolay, cesur olmak güçtür. Çünkü yalnız çalışırız. Kimse görmeden, kimse eleştirmeden ve kimse alkışlamadan... Bundan başka, düşmanlarımızın çoğunun kendi içimizde olduğunu bilmek ve kazandığımız zaferlerin gizli olduğunu hissetmek bizim için apayrı bir zevk…

Anamur Peynirlikönü EGMA Düdeni’nde birkaç sene önce Türkiyeli Mağaracılar, iklim değişikliğinin müsebbihi devletlerin gazabına uğradı. O mevsim, ağustos sıcağında 25 senedir ilk kez dolu yağarken birçok talihsizlik yaşanmış ve dünya derinlik raporunu kıracak ekip, faaliyeti sonlandırmak zorunda kalmıştı. Siz bu yazıyı okurken, BÜMAK ekibi -1377 m’de kalan mağarayı sonlandırmak için ter döküyor. Umarım dünya literatürüne kazandıracakları mağaradan müjdelerini ulaştırırlar. Diğeri de MAD’ın 30 Temmuz’da Toroslarda Geyik dağı’na yapacağı 6 mağaranın haritalanması faaliyeti. 10 gün doğa ile bütünleşik, ekolojik ve adrenalin dolu bir süre. Olur olmaz saatlerde mağaralarda çalışırken, kalplerimiz ve özlemlerimizi bir kenara bırakıp kendi iç yolculuğumuza çıkacağız. Bize katılmak ister misiniz? (*)

EMRE BATURAY ALTINOK
MAĞARA ARAŞTIRMA DERNEĞİ

* BÜMAK ekibi -1377 m’de kalan mağarayı 2004’te 1439’a taşıdı ve mağarayı dünya literatüründe 6. derin sistem olarak mağaracılık tarihinin altın sayfalarına kazıdı. Ellerine sağlık… (3.3.2006)

Kısaltışmış hali 23.07.2004 tarihli Birgün gazetesinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder